Yalnız Bırakmayın Bizi
Parlak bir gecede, milyonlarca ışık yılı uzaklardan ışıklarını gönderen yıldızlara bakar,
zamanla uzay arasındaki tuhaf ilişkiyi özümsemeye çalışırken yalnızlığın gölgesi
üstümüze düşerdi. Ne kadar da anlamsız gelirdi bazen hayat; “küçücük dünyamızda,
küçücük ülkemizde, küçücük hayatlarımızın içinde ne anlamı var bütün bunların”
diye geçerdi içimizden.
Ya
da başka ışıklı bir yol bulurduk. Melih
Cevdet Anday’ın “rahatı kaçan ağacı” gibi aşkı, bağlılıkları, iyiliği,
kötülüğü, baskıyı, sömürüyü, onların binbir boyutunu öğrenir, Evrenin sonsuzluğu
içinde tıpkı gözle görünmez atom altı parçacıklara benzeyen Dünyanın da o
sonsuzluğun bir parçası olduğunu kavrar gibi olurduk. Bu gerçeğin bilincine
varmamızda mikrokozmosun derinlerine indikçe daha derinlerin kapılarının açıldığını
anlatan kitapların payı büyüktür. Onları okudukça, son keşiflere göre Evrenin
en hızlı, her şeyin içinden zahmetsizce geçip giden, bilebildiğimiz en küçük kütle
olan nötrinoların milyonlarcasının mikro ve makrokozmosta aynı anda sınır tanımadan
dolaşıp durduklarının, zamanın ve uzayın ortak sırrının kütle- enerjinin sonsuz
sınırsız hareketi olduğunun bilgisi, bilinciyle kendimize gelirdik.
Düşüncesine sınır tanımayan varlığın, o olağanüstü İnsanın,
oğulları, kızlarıyız.
Ne
muhteşem bir Evrende, ne muhteşem bir Dünyada
yaşıyoruz biz.
Ne çok kötülük var
Ve
ne kadar çok kötülük var bu Dünyada. Yalnızca çıplak
kötülükten; can yakan, ten kavurandan değil, içimizdeki kötülükten, hepimizin içinde
yer etmiş kendine sığınak bulmuş, zamanı geldiğinde ininden çıkan kötülükten söz
ediyorum.
O
tarih boyunca yakamızı bırakmamış kötülüktür, en küçük
saldırıdan en büyüğüne binbir suratlı savaştır. Gökdelenlerin yalnızca özel
asansörlerle çıkılabilen üst katlarında, ellerinde kadehlerle, iyi giyinmiş,
iyi olduklarına yürekten inanan, düzenin çıkarlarını çok iyi bilen siyasetçilerin,
uluslararası tekel YK’larının. CEO’ların, “centilmenler”in yönettiği,
ulusları halkları birbirine kırdıran savaşlardır bunlar. Silahların
mekanizmaları tuzaklarla doludur; al sat, al sat, daha çok kar, daha çok kar,
teçhizatı yenile, modernleştir ve sonra birden “neden azalmaya başladı karlarımız,
neden tökezliyoruz”.
Neoliberal
politikalar duvara çarpar, borsalar birden çöker, sektörlerin
biri ya da bir kaçı topu atıverir. Kriz masaları kurulur. Gelişmişler yükü gelişmemişlere,
gelişmemişler kendi halklarına yüklerler. Yeniden çarkların düzgün işlemesi için
ne gerekiyorsa, ama bakın altını çiziyorum, ne gerekiyorsa yapılır.
Panik
yerini yeniden düzene bırakır, Usulüne göre işleyen
mekanizmaların dişlileri arasında öğütülecek olanlar ise işte senin benim gibi
insanlardır.
Ne
kadar çokuz ve ne kadar yokuz biz. Tükenmeyen
krizimiz, çok başlı kahramanlıklarımız nükseder her zamanki gibi.
İnsan insanın kurdudur bu alemde.
Krizler ve faşizmler
Şimdi çubuğu tersine bükmenin zamanıdır; egemenlerin büyük
tekellerin, CEO’ların, hükümet başkanlarının, siyasi liderlerin savaşı yitireceklerini
anlatmanın zamanı.
İnanmadınız; diyorsunuz ki işte belli değil mi, muzaffer
olanlar, kazananlar, bayrağı kalenin burcuna dikenlerdir. Ama onlar bu kez önümüzdeki
yıllardan fena halde korkuyorlar. Gökdelenlerin lüks salonlarında kırmızı telefon
ellerinde konuşanlar, kumanda merkezlerinde, füzelerin ateşleme düğmelerine
basacak, kilometrelerce uzaklardaki hayatları yok ettiklerini hiç görmeyecek,
mutlu bir akşam yemeği için evlerine dönecek olanlara “OK” emrini verenler, işte
onlar bu savaşı yitirecek olanlardır. Kazandıklarını bir başka kumarda bir
sonraki bunalımda hızla tüketecekler çünkü. Marx’ın dediği gibi “üretici
güçlerin gelişmesinde öyle bir aşamaya” gelindi ki artık, sistemleri onlara
ihanet edecek, yeteri kadar büyüdüğü, genişlediği için onları ortada bırakıp ölmeye
yatacak. Ama buraya kadar. Hiç kuşkusuz bu öngörü, halk sınıflarının kitlesel
hareketiyle gerçekleşebilecek güçlü bir olasılıktır.
Dünyanın egemenleri geleceğin başka türlü şekillenmeye başladığını
görüyorlar. İşçilerin, yoksulların, sınır tanımayan göçmen dalgalarının
homurtularını duymaya başladılar bile. Brezilya’da, Macaristan’da olduğu gibi
pek çok ülkede faşistleri işbaşına getirmek için çaba göstermelerinin, Avrupa ülkelerinde
gamalı haçlarını gömleklerinin altında gizleyenlere destek vermelerinin, kendi ülkelerinde
işi sağlama bağlamanın yollarını aramalarının nedeni budur.
Ama
zaman büküldü, kaosun içinden başka bir düzenin
doğum sancılarının çığlıkları geliyor. Bizim dar coğrafyamızda da zaman, yeni
bir rota tutturmak üzere. Biz de şimdi işte o zamanın ışığını görüyor gibiyiz.
O nedenle de acılara, sıkıntılara inat kahkahalarımızın savaşı kazandıklarını düşünenleri
deliye döndürdüğünü biliyoruz.
Savaşı sevmiyoruz; sonunda barışı sevenlerin savaşı kazanacağına
inanıyoruz.
Sakın unutma kravatını
Peki ya ötekiler, şu içimizden çıkan, zayıfı,
mazlumu yumruğunun gücüyle öfkelerine kurban edenler, şu adına erkek egemen
denilen düzenin kahramanları? Şiddet sistemden gelir. Sistemin nüfuz
ettiği en küçük birimlerden, aileden, okuldan, kışladan, hapishaneden güç alır.
Onlar, işte yukarıdan aşağıya o ülkeleri talan eden savaşların öğretilmiş, içselleştirilmiş mantığının uzantıları, kurbanlarıdırlar.
Onların yeri neresi bu savaşta? Onlar için çok
şey söylenebilir, ama önce yapılması gereken ait oldukları sistem
içindeki yerlerini saptamaktır. Kimi zaman nihayet bir kadına
“sahip olmak” onu “mülk edinmek” isterler. İlan edilmemiş geleneklere,
kurallara göre ya da aşk sanılan geçici, gerçekte içgüdünün kışkırttığı bitimsiz
arzu nedeniyle evlenirler, sevgili edinirler; sonra işte o bildiğimiz savaşın
bir başka uzantısı başlar. Güçlü olan erkek genellikle kazanır; binbir sıkıntının
bahanesiyle öfke yumruk olur, bıçak olur, tabanca olur. Siz de ya susarsınız, ölümün
eşiğine kadar gider ya da öteye geçersiniz. Eril dille konuşmayı ilke bellemiş medyanın,
tutuklanan eli bıçaklı katile katil demeye dili varmaz. Katil değil failin
fazla korkmasına gerek yoktur. Erkek egemen düzen onu mümkün olduğu ölçüde
koruyup kollayacaktır. Yardım edin siz de yargıçlarınıza; sık sık namustan söz
edin, tahrik lafını her fırsatta yineleyin, takım elbise giyin, aman sakın
kravatı unutmayın.
Ne
çok şey öğreniyoruz kadınlardan.
Feminist ya da değil, son yıllarda savaşların sıcağına da, soğuğuna da, binbir
türüne de kendilerini korumanın ötesine geçerek karşı çıkanlar onlardı. Anladım
ki devrime giden yolda kitlelerin ateşleyicileri de onlardır.
Geçtiğimiz hafta Mülkiyeliler Birliği’nde sevgili meslektaşım
Banu Güven’in ve İletişim fakültesinden uzaklaştırılmış değerli
akademisyen İnan Özdemir Taştan’ın Medyanın Cinsiyetçiliği konulu
sunumlarını dinlerken bir zamanlar Almanya’da solcuların göçmenlere söylediği sözler
aklıma geldi, kendi kendime mırıldandım:
“Gitmeyin, bizi burada faşistlerle yalnız bırakmayın.”
İşte ben de burada, bu ülkede, bu güzel yurdumuzda, bu ülkenin
kadınlarına söylüyorum:
“Kurtuluş sizinle olur, neredeyse bütün türleriyle üstümüze
çullanan kötülerle, kötülükle savaşta yalnız bırakmayın bizi.
Yorumlar
Yorum Gönder