Kayıtlar

Kuşların Kanat Sesleri -Söyleşi- Birgün

Kuşların Kanat Sesleri Parktaydım, eve gittim ve yazmaya başladım Yazarımız Güray Öz ’le geçtiğimiz günlerde Bilim ve Sanat yayınları arasında yayınlanan son çalışması, daha doğrusu romanı üzerine konuşuyoruz.  Roman fikri nereden çıktı? Ne kadar süredir üzerinde çalışıyorsunuz? Roman üzerinde aşağı yukarı iki yıldır çalışıyorum. Her üç Türk’ten dördü şairdir derler ya, yeri yurdu milliyeti bir yana, her insan şiir yazar ya da yazmak ister, Yazı yazmayı  biraz bilenler de eninde sonunda roman yazmak ister ya da denerler. Benim bu klişeye ek olarak kendimce bir nedenim daha vardı. Ben geçmiş dönemlerin sözlü tarih belgeleriyle aydınlatılabileceğine pek inanmıyorum. Kuşkusuz insanlar, o dönemleri yaşayanlar anılarını yazacaklar, içtenlikle o dönemlerin ayınlatılması için çaba gösterecekler, Ama o insanların, ben de dahil, objektif olabileceklerine inanamıyorum. İnsan kendini yaptıklarını hep güzelleştiriyor. Bu da sözlü tarih denilen türün belge olma özelliğin...

Kuşların Kanat Sesleri

Söyleşi. İleri Haber Berna Metin Kuşların Kanat Sesleri Uzun yıllar aktif gazetecilik yaptınız, Cumhuriyet Gazetesi’nde muhabirlik, yazı işleri müdürü, okur temsilcisi olarak çalıştınız, köşe yazarıydınız, şu anda da BirGün Gazetesi’nde yazmaya devam ediyorsunuz. Size “roman yazmalıyım” dedirten itki neydi? Şairliğim, gazeteciliğimden daha öncedir. Bir zamanların Türkiye’de edebiyata yön veren dergileri arasında adı geçen Soyut’ta, 1967 olmalı, ilk şiirlerim yayımlandı. Derginin sahibi ve yönetmeni Halil İbrahim Bahar’ın yüreklendirici mektubunu hiç unutmuyorum. Bir Şiir kitabım var, bir şiir dosyam da yayıncı arıyor. Daha sonra şiirin yanısıra hikayeler yazmaya başladım. Yayımlamadım. Yalnızca birisini, Sözcükler dergisinde ama yıllar sonra yayımladım. Türkiye’de devrimci mücadeleye katılanların zamanlarını denetlemeleri zor bir iştir ya da kolay kolay başaramazlar. Bende de öyle oldu. Edebiyatın yerini şimdi okuduğumda gülmekten kendimi alamadığım, cesur, ama ham siy...

Köşeye Çekilmiş Kitap Okuyor

İzmir Kitap Fuarı’na doğru yola çıkıyorum; kitap fuarları benim için şenliktir. Coşkulu, kimi zaman elimde bir iki kitapla ama hep merakla kalabalığa karışırım. Romanlara bakarım daha çok. Onlar çünkü nüfusta kaydı olmayan öteki insanlardır; burası da sanki onların buluşma yeri, kayıt kabul mekanı. Burada artık onlar da birer nüfus kağıdı birer kimlik sahibi olacaklar. Yanımdan geçiyor yaşları henüz kederi, kaderi bilemeyecek kadar küçük iki yurttaş: “Şöyle bakalım roman nedir?” “Roman, roman... Aysel öğretmen anlattıydı ya, baştan geçenler...” Öyle midir? Bilemedim ben de. Romanın tarifi zordur. Neresinden tutup da tarif edeceksin. Bana en yakın geleni, geçenlerde sahaflarda sararmış bir dergide rastladığım Abdülhak Şinasi Hisar ’ın tanımıdır. Ulus gazetesinde 5 Eylül 1943 tarihinde yayımlanan makalesinde  düzünden tersinden anlatmış Hisar. “Yazar nazım olarak değil de düzyazı olarak yazarsa, yazdığını tiyatroda oynanmak için değil, okunmak için yazarsa, herhangi türlü den...

Enhedüanna’nın Şiiri

Ben bu işin içinden çıkabilir miyim, bilmiyorum. Meraklıyım; Tarihin içinde gezinmeyi seviyorum, daha dün İzmir Kitap Fuarı’nda Ryszard Kapuscinski nam Polonyalı gazetecinin “Heredot’la Yolculuk” kitabını (Habitus Yayıncılık) elime tutuşturan genç  arkadaşıma bir teşekkür iletisi yazmadan okumaya koyuldum. Bütün Akdeniz, bütün Afrika, Çin’e kadar, yok şimdi değil, Kapuscinski  bekleyecek biraz. Teşekkür ederim Tufan kardeş. Sonra akşam oldu; akşam olunca ertesi günün sıkıntısı boğmaya başladı beni; biten günün hüznünü bir kadeh şarapla dağıtmaya çabalarken, ne yazacaktım ki ben diye düşündüm. Tamam, 100 yaşını (105 oldu) geçmiş olsa da benim sevgililerim arasındaki yerini koruyan, hep koruyacak olan Muazzez’den söz edecektim - ne büyük edepsizlik, sanki babamın kızıdır da Muazzez diye yazıyorum utanmadan- kuşkusuz Muazzez İlmiye Çığ ’dan. Ya da belki onun okuduğu, aktardığı tabletlerden Sümer edebiyatından, o güzel şiirlerden, duru su gibi olanlardan...(Uygarlığın Kökeni: S...

Metalaşan Vicdan

Filozoflar, bilinen tarihin her evresinde paranın ayartıcı, yoldan çıkarıcı özeliği üzerinde durdular, yazıp çizdiler. Belki en eskilerden birisi, ünlü ozan Lucretius ’un Türkçeye Tomris Uyar - Turgut Uyar tarafından Evrenin Yapısı adıyla çevrilen De Rerum Natura ’sındadır. Şöyle yazar Lucretius: “...Mal tutkusunu altının bulunuşu izledi. / Altın çarçabuk alttetti güzeli, güçlüyü.” (Evrenin Yapısı. Norgunk Yayınları. sf. 206)  Sofokles, Antigone ’da daha açık yazar: “Çünkü insanoğlunun hiçbir icadı / para kadar fesat verici değildir, / ülkeleri harap ve yerle bir eden odur: / Dessaslığı (hilebazlığı) öğreterek mertliği bozar ve böylece / asi ruhları fenalığın menfur yoluna saptırır.” (MEB Yayınları, Yunan Klasikleri-5. sf.24) Konunun bilimsel açıklaması Marx ’tadır. *** Marx Kapital’in birinci cildinde mübadele sürecini açıklarken “fiyat metada nesneleşmiş emeğin para ile ifade edilen adıdır” der. (Kapital Cilt 1. sf.108) Ama değer büyüklüğü ile fiyat arasında büyü...

Aklın Yolu Bir mi?

Akılsız madde var mı? Bilmiyorum, ama bilim bir gün sağlam kanıtlarla bize anlatacaktır diye umuyorum; bana öyle geliyor ki taşların da, aklını bilemiyorum ama hafızası var. Bugünden bildiğimiz gerçek ise, maddesiz aklın olmadığı, olmayacağı olamayacağıdır. Diyor ki Nikolov Buharin , “Düşünce beyin olmaksızın var olamaz; arzu eden bir organizma olmadan arzular imkansızdır.” (Aklın İsyanı; Alan Woods-Ted Grant . Yordam yayınları, sf.321)  *** Arzular konusunda da kafam karışık, kimilerinde maddenin epeyce hacim tuttuğunu, “arzuların şelale” olduğunu ama aklın pek de o kadar güven vermediğini görebiliyoruz. Tamam, beyin olmadan düşünce olmaz ama politika söz konusu olduğunda aklın tatile çıkabileceğini,  görkemli hacmin ise kendini pekala bütün “müsamerelerde” , “münazaralarda” her türden “yetenek siz misiniz?” programlarında gösterebileceğini de kabul edelim artık. *** Düşünce ile varlık arasındaki ilişki yüzyıllardır felsefenin temel konusudur. Sonra bilim geliş...

Schmitt Üzerine

İyiye mi gidiyor Dünya, yoksa sonuncu sonbaharına, kara bulutların gökyüzünü kapladığı, gecekonduları yıkacak, gökdelenleri yerle bir edecek fırtınalı zamanlara bir parmak mı kaldı. Tartışma budur, rivayet muhteliftir. Felaketlerin, korunaklı yerlerde bulunduklarına inananlar için seyirlik bir değeri olduğu söylenebilir. Ama bu kez tornado fenadır, muhkem evlerinde oturduklarını düşünenlerin de rahatı kaçacak gibi. Bu tasvirin pek hoşunuza gitmediğinin farkındayım, o zaman daha ayrıntılı, insanların gittikçe küçüldüğü doğanın büyüdüğü, kükrediği bir tabloya ne dersiniz. Ama ne anlatsanız onların gözü artık-değere el koymaktan, bin türlü yöntemle kârlarını katlamaktan başka bir şey görmez. Bunalım ayaklarını yerden kesse bile bir çözüm arar, bulurlar. Bu kez buldukları çare vidaları sıkıştırmak, sistemleştirmektir. Peki ama nasıl? Sahte bir neden, uydurma bir vesile aranmayacak mı?  Yolda onlar zaten... Ülkenizdeki rejimden, işkenceden, bir akşam ansızın mahallenizin çatıları...