Kayıtlar

Kasım, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Duvarın üç hali

Duvara dayanmışız. Bu duvar Nazım ’ın güneşli bir pazar gününde sırtını dayadığı duvar değil; bu duvar, tehlikeyi fark ettiğimiz halde aldırmadığımız, yalanın egemenliği üzerine kurulu saldırı karşısında hep gerilediğimiz, sıkıştırıldığımız köşede sırtımızı dayadığımız duvar. Zeminin sarsılmaya başladığını fark edenlerin halkın işe karışmasını önlemek, yitirdikleri istikrarı kurabilmek için daha fazla gerileme “şansı” olmayanlara saldırmalarını bekliyoruz. Hazırlandıkları görülebiliyor. Seçimler yaklaşırken, sırtlarını duvara dayamış olanların kendi aralarındaki dayanışmanın, işbirliği çabalarının romantik ama hayali olduğunu, niyetlerin baki, adımların sahte oluğunu büyük bir zevkle izliyorlar. Papaz Niemöller ’den söz edenlerin sayısı arttı.  Hava karardı. Gün söndü. Tozlu şosede yankılanan ayak sesleri uykumu kaçırsa da başım ikide bir önüme düşüyor. O zaman salaş bir köy kahvesinde kırık dökük bir sandalyeye oturuyor, kitabı açıyor ortalarda bir yerden telaşla okumaya ...

Ne Anadır Ne Akım

Tartışma hem eskidir, hem de eskimiştir. Cumhuriyet’ten, Silivri’den arkadaşım Kadri Gürsel yeniden gündeme getirdi. Ben de böylece konu ile ilgili düşündüklerimi bir kez daha gözden geçirme fırsatı buldum. Tartışma iki tez üzerinde düğümleniyor. Birincisi, “hak gazeteciliği” kavramlaştırmasıdır.  Burada işe yarar bir vurgudan söz edilebilir, böyle bir sınıflandırma belki gereklidir ama “hak gazeteciliği” tanımının, gazetecilik zaten halkın gerçekleri öğrenme hakkı temelinde yapılabilen bir meslek olduğu için vazgeçilmez bir katkısı olduğu kanısında değilim.   *** Kadri, Diken’de Tunca Öğreten’in sorularına verdiği yanıtlarda  “hak gazeteciliği” ne, itirazını “gazeteci barış için, hak mücadelesi için gazetecilik yapmaz” iddiası ile ilişkilendirerek genişletiyor. “Ana akım medya” sınıflandırmasını ise “idealize ederek” tanımlıyor. Uzatmadan, o mecrada çalışan çok sayıda gerçek gazeteciyi ayırarak anlatayım, “ana akım medya” yaygınlaşmış ama uydurma bir sın...

Gorgon’un Yüzüne Bakmamak İçin

İlk çeyreğinde bir büyük devrimin zaferini yaşayan 20. yüzyıl bir bütün olarak milyonlarca insanı katleden Nazi zulmünün yüzyılıydı. Nasıl bir yüzyıl olduğunu belki de ölüm kampından sağ çıkabilenlerden İtalyan yazar Primo Levi anlatabilir. Onun tarihsel bir çığlığa benzeyen sözleri şöyledir:  “Kamplarda yaşayan bizler gerçek tanıklar değiliz. (...) Bizler yani hayatta kalanlar, sadece küçük değil, aynı zamanda kural dışı bir azınlığız. Bizler, yalan, beceri ya da şans sayesinde asla dibe vurmamış olanlarız. Gorgon’un  yüzünü görenler geri dönmediler ya da döndüklerinde tek bir söz söylemediler.”   (Aktaran E. Hobsbawm , Kısa 20.Yüzyıl, Everest yayınları, sf.2) Öyleyse, tarihin gerçeği buysa ve tekrar ederse tarih, yüzüne bakanın taş kesildiği ölümcül meduza Gorgon’un yüzüne bakmamayı nasıl başaracağımızı konuşmanın zamanı gelmedi mi? Tarih tekerrür ederse, kendini yinelerse yani, komedi değil, ihtimal dehşetin tarihi olacaktır. Var mı böyle bir tehlike? Ne ...

Asabiye

Zaman’la Uzay’la ilgili “kesin” bilgi, maddenin, aynı anlama gelmek üzere enerjinin hareketi ile ilgilidir; biz de bunu işte artık kitaplardan ya da yeni “şeylerden” öğreniyoruz. Bu yeni “şeyler” , bilgiyi bizim için  saklayıp istediğimizde bize sunarlar, ama lakin çok da tehlikelidirler; örneğin bizi yanıltmaya, peşimizden koşmaya, neredeysek bulmaya, bir mal gibi pazarda satışa çıkarmaya hazırdırlar, Neyse uzatmayalım, konuyu dağıtmayalım, çünkü zaman geçip gidiyor, “Aklın İsyanı” adlı pek heyecanlı, iddialı çalışmada okudum. (Yordam Kitap; sf. 166) Özetle şöyle deniyor: Uzayda hareket tersinirdir, her yönedir, sonsuzdur, bir önceki duruma dönebilir, zamanda ise tam tersi. Demek ki biz ölümlü insanlar da zamanda ölüme doğru yürüyebilir, koşabilir ama geçmişe dönemeyiz. Çünkü zamanda geri dönüş de geleceğe sıçrama da yoktur.   Geçmişle ilgili tek şansımız eski zamanlardan bize gelen yıldız ışıklarını o geçmişin ışığını görmek, gözlemlemektir; gelecek konusunda ise d...

Merhaba

Okuyanları yazanları dostlarınız olan bir gazetenin sayfalarında yer bulunca ne denir bilemedim. “Merhaba” en güzeli, en sıcağı olmalı. Öyleyse herkese merhaba. “Ne yazarsan yaz, sakın kendinden söz etme” demişti şimdi mavi siyah karanlıkta bir yıldız olan Annem. İnsanın “ben buyum” demesi saçmadır; her neyseniz, kimseniz, yaptığınız ettiğinizle, yazdığınız çizdiğinizle durduğunuz yeri gösterirsiniz. *** Düşünceyi geliştirebilmenin en temel aracı dil. Dil ile diyalektik iliskisi içinde insan konuşurken, yazarken öyle ya da böyle, derin ya da sığ düşünceler geliştirir, kararlar verir, hayatını düzenler, duygularını aktarır, kavga eder, barışır, stratejiler geliştirir, taraf tutar, aşık olur, öfkelenir... Düşüncemizi geliştirmek, varolan tartışmalara katılmak istiyorsak, dilin araçları arasında etkin bir yeri olan kavramları kullanırız. *** Kavramlarla ilgili temel bilgi, onların süregelen, daha uzun yıllar sürecek olan sınıflar mücadelesine tabi olduklarıdır. Kavramlar...

Kapitalizmi Kurtarmak

Tamam söz veriyorum, son zamanların revaçta sözcüklerini ötekini, ötekileri; ötekileştirmeyi sonraki yazılarımda ele almaya, açıp içlerine bakmaya gayret ederim. Ötekileştirmeye, oradan İslamofobi meselelerine, sağın yükselişine, kimi kendini gizleyen ırkçı partilere gelirim, ama bugün ünü, parası, pulu, fabrikası, mülkü, sisteme içkinliği, olup bitenle ilgili bilinçliliği, nihayet kültürü ile hak eden Bülent Eczacıbaşı ’nın “İşim Gücüm Budur Benim” kitabına, “Kapitalizmi Kurtaralım” söyleşisine bakacağız. Eczacıbaşı gerçekten kültürle yakından ilgilidir, öteki “burjuvalara” da örnek olacak onları özendirecek faaliyetlere epeyce kaynak, zaman ayırmaktadır. Özellikle İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı İKSV faaliyetlerine katkısı unutulamaz. Şimdi ele almaya niyetlendiğimiz konu da onun özellikle iş dünyasına giren ya da girmeye niyetli olanlara öğütler verdiği eserinden söz eden Çınar Oskay söyleşisinden yola çıkmaktadır. *  İşim Gücüm Budur Benim adlı kitapta Eczacıbaşı g...